Svalbard, tarihiyle ve doğasıyla inanılmaz ilgi çekici bir yer. Balina avcılarından kuzey kutbu kaşiflerine, biliminsanlarından madencilere kadar birçok farklı grubun ulaşmak, keşfetmek ve yerleşmek için birbiriyle yarıştığı muazzam bir kara parçası. Size bu yazıda dünyanın en kuzeyinde yer alan yerleşim yeri Svalbard adalarını ve tarih boyunca insanların neden burayı kendilerine üs olarak seçtiklerini, başlarından geçen maceraları ve Svalbard'ın doğasını anlatacağım. Keyifli okumalar!
Svalbard yazları yukarıdaki fotoğraftaki gibi. Sisli, yağmurlu... Dağların tepelerinde biraz biraz kar hala duruyor. Adanın içlerine doğru yer alan ve adanın %60'ını kaplayan buzullar hiçbir zaman erimiyor.
Burası kuzey kutbuna en yakın yerlerden biri ama yine de pek de soğuk sayılmaz. Sıcak su akıntıları Svalbard'a kadar ulaşıyor ve iklimi bir nebze de olsa yumuşatıyor. Aynı enlemde bulunan diğer bölgelere göre epeyce sıcak olduğunu söyleyebilirim. Küresel ısınmanın etkilerinin en fazla görüldüğü yerlerden biri aynı zamanda ve 1970-2020 yılları arasında ortalama sıcaklık 4 santigrat kadar artmış durumda.
74 ve 81 derece kuzey enlemleri arasında yer alan Svalbard ve Jan Mayen kuzey kutup noktasına sadece 1000 kilometre mesafede yer alıyor. Adaların en büyüğü olan Spitsbergen tam anlamıyla Svalbard ile özdeşleşmiş durumda. En büyük yerleşim merkezi ise Longyearbyen.
Svalbard'da günümüzde yaklaşık 2000 kişi ikamet ediyor. Bunların çoğu biliminsanı, bir kısmı maden işlerinde çalışan kişiler, bir kısmı da turistik tesislerde çalışan ve dünyanın her bir yanından toplanmış insanlar. Aslında adanın en büyük gurubu insanlar değil. Svalbard'da 3000'den fazla kutup ayısı yaşıyor. Yani ada aslında kutup ayılarının desek çok da yanlış olmaz. Bu kadar fazla kutup ayısının yaşadığı bir yerde tabii ki farklı önlemler almak gerekiyor.
Dünyanın en büyük etoburlarından olan kutup ayıları bu bölgenin gerçek kralı. Fok balıkları ile besleniyorlar ve hayatlarının büyük bir kısmını yüzer buzlarda geçiriyorlar. Tarih boyunca yoğun bir şekilde ava kurban giden kutup ayıları 1973 yılından beri koruma altında ve avlanmaları kesinlikle yasak. Kutup ayıları Svalbard'ın en sıcak gündem maddelerinden biri. Ne zaman, nerede saldıracakları çok kestirilemediği için yerleşim yerinden uzaklaşmak belirli kurallara tabi. Korunma amaçlı yanınızda silah bulundurmak, ya da deneyimli alan kılavuzu ile dolaşmak bunlardan bazıları.
Şimdi biraz Svalbard'ın konumundan ve tarihinden bahsedelim. Haritada da görüldüğü gibi kuzey kutbuna en yakın yerlerden biri Svalbard. Diğer bölgelerden Svalbard'ı ayıran nokta ise diğerlerinde kalıcı yerleşimin olmaması. Svalbard'da daha önce de belirttiğim gibi 2000 civarı insan yaz-kış yaşamını sürdürüyor. Yerleşim 17. ve 18. yüzyılda başlamış. İlk olarak balina avcıları burayı kendilerine yerleşim olarak seçmişler. Balina avcıları yaz aylarında gelip adanın batı kıyılarında avlanırlarmış. Aslında her şey Avrupa'nın öncü deniz kaşifleri olan Portekiz ve İspanyol maceraperestleri sayesinde başlıyor. Amerika kıtasına doğru yola çıkan kaşiflerin yolu Svalbard'da kesişmiş. 1596 yılında Hollandalı kaşif Willem Barentsz üçüncü yolculuğunda Svalbard'ı keşfediyor ve Portekiz-İspanyol dominesine Hollanda, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de ekleniyor. Sonraki yıllarda adanın kıyılarında çok sayıda balina, fok balığı ve deniz aygırı olduğuna dair raporlar hazırlandı. Bu rapor kısa sürede çok ilgi gördü. Çünkü o dönemler bu gibi yağlı deniz canlılarından elde edilen yağ ısınmada ve aydınlanmada kullanılıyordu ve Avrupa'nın her yerinde büyük talep görüyordu. 1612'de de sistematik bir şekilde balina avcılığı başladı.
Bu andan itibaren denizci güçler bir anda ilgilerini batıya ulaşan deniz yolundan Svalbard'a ve balina avına kaydırdılar. Gemiler birbiri ardına Svalbard'a geliyor ve birbirleriyle adeta yarışıyorlardı.
Amerika'da yaşanan "Altına Hücum" hareketinin neredeyse birebir aynısıydı. Yapacak bir şeyi olmayan, tutunamamış ne kadar insan varsa hepsinin hayalini balina avlamak ve buradan zengin olmak süslemeye başlamıştı. Cesur ve maceraperestliğin dışında kaybedecek bir şeyin olmaması bu serüvenin en önemli parçasıydı. Balina avı macerasına girişen insanlar valizlerini hazırlarken cenaze törenleri için de ona uygun eşyaları yanlarında getiriyorlardı. Balinalar avlanıyor, derileri yüzülüyor, yağları kaynatılıyor ve ürün haline getiriliyordu. Balina derisi de aynı zamanda tekstilde de kullanılıyordu. Avcılar önceleri daha derme çatma üretim yapıyorlardı, işin biraz geçici olduğu düşünülüyordu. Daha sonraları üretim biraz daha profesyonel bir hal aldı. Bakır kazanlar getirildi. Tabii bütün bu süreç boyunca binlerce kişi av sırasında hayatını kaybediyordu. Çetin hava koşulları, balina avında teknelerin alabora olması ve hayatta kalınamayacak kadar soğuk olan okyanus suyu nedeniyle oldukça tehlikeli bir işti. Bütün sezon boyunca elde edilen yağ en sonunda gemilere yüklenip denizcilerin ülkesine götürülüyordu.
Yıllar içinde balinalar Svalbard kıyılarındaki balina avcılarının farkına vardılar ve daha açık denizlere doğru yönelmeye başladılar. Bu yeni koşul avcıların işini bir hayli zorlaştırıyordu. Daha fazla zaman, daha fazla enerji, daha iyi malzeme ve daha büyük risk anlamına geliyordu. Artık üretim kıyıda kurulmuş üretimhaneden bir nevi mobil olarak gemilere taşınmak zorunda kalmıştı. Ayrıca av da tam anlamıyla kontrolden çıkmıştı.
Yaz sezonu boyunca Svalbard açıklarında 200-300 gemi bulunuyordu ve her gemi bir an önce, sezon sona ermeden olabildiğince fazla balina avlayıp yağ fıçılarını doldurmak istiyordu. Artık avcıların kara ile çok da bağlantısı kalmamıştı. Ada üzerinde eskiden kurtul oldukları istasyonlarını kapattılar ve sadece av sırasında hayatını kaybetmiş olan mürettebatlarını gömmek üzere geri dönüyorlardı. Günümüzde balina avcılarına ait mezarları Svalbard'da hemen hemen her yerde görmek mümkün.
Balina avı başladığı zamanlarda gemiciler raporlarında "o kadar çok balina var ki; geminin burnunu kırmadan ilerlemek mümkün değil" yazıyor. Fakat 18. yüzyıla gelindiğinde artık gemiciler sezondan elleri boş dönmeye başlamıştı. O kadar yoğun, yıllarca bilinçsiz şekilde yapılan balina avı balinaların soyunun tükenmesine neden olmuştu. Böylece balina avı ve balinaya hücumun da sonu gelmiş oluyordu.
Daha sonraları kuzey Norveç ve Rusya'da yaşayan Sami halkları yavaş yavaş buraya yerleşmeye başladılar ve ufak da olsa balina avcılığı devam etti. Deniz aygırı da bu dönemde ciddi şekilde avlanan hayvanlar arasındaydı. Deniz aygırı genelde karada yapılıyordu. Kalın derileri nedeniyle öldürülmesi hayli zor olan deniz aygırları için ciddi efor sarfedilmesi gerekiyordu. Dinlenme amaçlı karaya çıktıklarında avcılar hücum ediyor ve zaten karada yavaş hareket eden deniz aygırlarının kaçacak bir yeri olmuyordu.
Svalbard Müzesi'nde görebileceğiniz bu fotoğraf deniz aygırı avının hangi seviyelere geldiğini anlamakta yardımcı olabilir.
18. yüzyılın sonlarına doğru da Danimarka ve Norveç yetkilileri kuzey kutbu avını tekrar hayata geçirmek ve bu bölgede söz sahibi olmak için gitmek isteyenlere önemli teşviklerde bulundular. 1795 senesinde Norveçliler büyük bir grup hazırlayıp Svalbard'ın yolunu tutmuşlardı bile. Svalbard'a vardıktan sonra kürk hayvanlarına karşı büyük bir katliam da başlamış olmuştu. Binlerce kişi bu işte çalışıyor, ülkenin ekonomisine de ciddi katkılarda bulunuyorlardı.
Bu dönemlerde denizcilerde ayrıca iskorbüt hastalığı nüksetmeye başlamıştı. C vitamini eksikliğinden dolayı ortaya çıkan hastalık vücutta uyuşukluğa, diş etlerinin şişmesine, kanamasına ve dişlerin düşmesine neden oluyordu. Daha sonra bu etkiler vücudun tamamını sarmaya başlıyor ve sonunda da ölümle sonuçlanıyordu. Fakat denizciler bu hastalığın nedeninin C vitamini eksikliğinden kaynaklandığını 1923 yılına kadar öğrenemeyecek; aslında kolayca önlenebilecek bir hastalık iken yüzlerce denizci bu hastalığa kurban verilecekti. Bazı kesimler bu balıkçı ölümlerinin bazılarının kurşun zehirlenmesi nedeniyle olduğunu da iddia ediyor. Her ne olursa olsun denizciler bu hastalıktan müthiş derecede korkuyor, aslında bunun kötü ruhlar nedeniyle başlarına geldiğini düşünüyorlardı. Sonraki yıllarda hastalığı tedavi ettiği bilinen Cochlearia officinalis otu Svalbard'a getirildi ve böylece buradakilerin C vitamini eksikliği giderilmiş oldu.
Tabii ki av sadece deniz aygırı, fok ve balina ilk kısıtlı değildi. Avlardan nasibini belki de en çok kutup ayıları alıyordu. 1973 yılında yasaklanana kadar en az 40,000 kutup ayısının öldürüldüğü düşünülüyor. Ayıların avlanmalarının sebebi başlıca postlarıydı. Bu postları borsa usülü bir şekilde Avrupa'daki alıcılarına ulaştırılıyordu. 1973 yılında avcılık faaliyetleri yasaklandıktan sonra günümüze kadar sadece 133 kutup ayısı sadece savunma amaçlı öldürülmüştür. Uzun yıllar boyunca kutup ayıları için tam bir savaş alanına dönmüş olan Svalbard şimdilerde serbestçe gezip dolaşabilecekleri bir vahaya dönmüş durumda ve sayıları gittikçe artıyor.
1882 yılına gelindiğinde ada yine kaşiflerin ilgi alanına giriyor ama bu kez balina avcıları ya da Amerika keşfine gidenlerin değil; kuzey kutup noktasına ulaşmak isteyen maceraperestlerin uğrak noktası haline geliyor. Araştırmacılar bir yandan kuzey kutbunu haritalamak, bir yandan da en kuzey ulaşma rekoru için birbirleriyle yarışmak istiyorlardı. 1882 yılında 12 araştırmacı gelip kışı Svalbard'da geçirerek kuzey ışıkları üzerine her gün gözlem gerçekleştirdiler.
Bu sıralarda hem kuzeydoğu hem de kuzeybatı geçitleri keşfedilmişti ve sırada kuzey kutup noktasına ulaşma vardı. Nils Strindberg ve Knut Frænkel ile birlikte İsveçli mühendis S.A. Andrée, 1897'de Danskøya'daki Virgohamna'dan Kuzey Kutbu'na bir hidrojen balonu uçurmaya çalıştı. Kötü hava koşulları nedeniyle balon 82. paralele inmek zorunda kaldı ve grup 3 ay boyunca buzun üzerinde yürüyerek geçirdiler ve sonunda hava şartlarına daha fazla dayanamayıp hayatlarını kaybettiler. Bu keşif gezisinin kalıntılarına 1930'da ulaşılabildi.
Kuzey Kutbu yarışı dünyanın her yerinden birçok maceraperestin ilgisini çekiyordu. Mucitler birbiri ardına kutup noktasına ulaşabilmek için birbirinden farklı yöntemler deniyordu. Umberto Nobile'nin Roald Amundsen için inşa ettiği "Norge" zeplini bunlardan sadece biriydi. Grup 1926 baharında Svalbard'ın Ny Ålesund bölgesine uçtu ve kuzey kutup maceraları buradan başladı. Zeplin 12 Mayıs'ta Kuzey kutup noktasına ulaştı geçti ve yolculuk görünürde bir sorun olmadan tamamlandı. Kuzey kutup noktasına böylelikle ilk defa ulaşılmıştı. Ancak Amundsen ve Nobile arasında büyük bir gerilim vardı. Amundsen bu elde edilen başarıyı Nobile ile paylaşmak istemiyordu. O dönemlerde milliyetçilik çok ön planda; Amundsen Norveçli, Nobile ise İtalyandı. Amundsen bütün krediyi kendinde topladı ve sanki tek başına bu işi başarmış gibi gösterdi. Nobile başarısına gölge düşürülmesi nedeniyle 23 Mayıs 1928'de "Italia" isimli zeplini ile yeni bir keşfe hazırlandı. Ny Ålesund'dan havalandı. Kuzey Kutbu'na başarıyla ulaştı, ancak dönüş yolculuğu bir trajediye dönüştü. Zeplini buza düşmüştü. Telgraf bağlantısı kesilince büyük çaplı bir kurtarma operasyonu başlatıldı. Altı farklı ülkeden yirmi gemi ve on dört uçak katıldı. İsveçli pilot Lundborg, Nobile'i buzdan kurtardı. Sovyet buzkıranı 'Krassin', yedi keşif üyesini daha kurtardı. Diğer sekiz üye asla bulunamadı. Roald Amundsen de arama kurtarma çalışmasına katılanlar arasındaydı. Önceki yaşananların üzerine bir nevi kefaretini ödüyordu. Roald Amundsen'in "Latham" isimli uçağı aramaya katılmak için Tromsø'dan Svalbard'a giderken düştü. Kuzey kutbu keşif dönemi de bu olayla son bulmuş oluyordu.
Avcıların ve avcılık faaliyetlerinin de yavaş yavaş azalmasına paralel olarak 19. yüzyılın sonlarında insanlar buraya jeolojik haritalama ve turistik amaçlarla gelmeye başladılar. Adanın mineraller açısından zengin olduğunu farkeden girişimciler kafalarına göre arazileri çevirip üzerinde hak iddia eder hale gelmişti. Arazinin nasıl paylaşılacağına dair hiçbir kural yoktu.
Herkes istediği gibi sınırlarını çeviriyor ve arazi girişlerine tabelalarını asıyorlardı. Her sene bu tabelaları yenilemeleri gerekiyor, bir nevi prosedürler oluşturmaya başlıyorlardı. Çoğunlukla arazilerin paylaşımı konusunda kavgalar çıkıyor, bitmek bilmeyen tartışmalara konu oluyordu.
Bazı tartışmalar yerinde çözülemiyor, büyük otoritelerin kararlarına bırakılması gerekiyordu. Svalbard'a en yakın büyük şehir olan Norveç şehri Tromsø'de bir mahkeme bu tür olaylar için görevlendirilmişti. Arazi sahipleri arasında ve bölgeye sürekli akın eden maden şirketleri arasındaki bu tartışmalar üzerine Svalbard yönetimi talebi ortaya çıktı.
Bu süreç boyunca birçok yatırımcı Svalbard'a ulaştı. Bazıları gerçekten jeoloji konusunda bilgili, gerekli alet edevatı olan gruplarken; bazıları ise tam bir maceraperestti. Adada beklediğini bulamayanlar arazilerini satılığa çıkarıp geri dönerken yerilerine Amerika'dan, İsveç'ten, Rusya'dan, Hollanda'dan ve Norveç'ten işi daha iyi bilenler geliyordu. Zaman içinde, batı kıyılarının yazın buzla kaplı olmamasından dolayı, yeryüzünde açıkça görülen kömür madenlerinin varlığı tespit edildi ve adanın kaderi bir anda değişti. 1905/1906 yılında bütün yıl üretimi yapan ilk şirket İngiliz Spitsbergen Kömür Ortaklığı idi. 30 adamla işe başlayan şirket ilk senelerde istediği kadar kömür çıkaramamıştı.
1906 yılında yeni bir girişimci daha sahnede yerini aldı. Kendisi Amerikalı John Munro Longyear şimdilerde adanın başkenti olan Longyearbyen bölgesinde kömür çıkarmaya başladı. Daha sonraları yerleşim büyüdükçe buraya Norveççe "Longyear'in Şehri" anlamına gelen Longyearbyen ismi verildi.
Longyear'in şirketini 1916 yılında Norveçli Store Norske Spitsbergen Kulkompani şirketi devraldı ve üretime hız verildi. İlerleyen yıllarda adanın farklı noktalarında da kömür madenleri keşfedildi ve daha fazla yatırımcı adaya yerleşmiş oldu.
1920 yılında ada yatırımcıların iştiraklerine göre bölünmeye ve daha fazla denetime tabi tutulmaya başlandı. Barentsburg, Pyramiden, Ny- Ålesund ve Grumant gibi yeni yerleşim yerleri ortaya çıktı. Ama aralarında en büyük nüfusa sahip ve en gelişmiş yerleşim yeri her zaman Longyeabyen olarak kaldı.
Adada artan nüfus sonucu arazi ve maden yatakları üzerinde münhasır haklara sahip olmak önemliydi ve örneğin maden şirketleri ile işçileri arasındaki anlaşmazlıkları çözmek için yasalara ve mahkemelere ihtiyaç doğuyordu. Çözüm bulmak için çeşitli girişimlerde bulunuldu, ancak I.Dünya Savaşı'nın sonundaki Versay müzakerelerine kadar bir sonuç alınamadı. Sonunda 9 Şubat 1920'de imzalanan Svalbard Antlaşması üzerinde anlaşma sağlandı ve antlaşmayı imzalayan bütün halklara Svalbard'a giriş ve ikamet, balıkçılık, avcılık, madencilik ve ticari faaliyetler, mülkiyet ve maden haklarının edinimi ve kullanılması gibi eşit haklar verildi. Fakat madencilikte başarılı olan üç ülke vardı: Norveç, İsveç ve Rusya. 100 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen bu madenlerin bazıları hala aktif ve kömür üretimine devam ediyorlar.
Ruslar Grumant, Barentsburg ve Pyramiden bölgelerinde üretimlerine başladılar. En büyük yerleşimleri olan Barentsburg'da şu an 600 kişi civarında insan kalıcı olarak yaşıyor. Pyramiden ise 1988 yılına kadar aktif ve iyi bir şekilde yönetildikten sonra kapandı ama bölgeyi terketmiş olmamak için Ruslar hala burada 4 kişiye ikamet sağlıyorlar.
6 ayda bir erzak ve ihtiyaç tedarikleri yapılıyor ve televizyon, internet, telefon imkanları bulunmuyor. Ben bundan 7 sene önce Longyearbyen'den bir gün süren gemi yolculuğu ile Pyramiden'e varmıştım. Çok ilginç bir yer. Tıpkı terkedilmiş Çernobil şehri Pripyat'ı andırıyor. Hatta ilginç bir tur rehberi var. Fotoğrafta da görülen Alex uzun zaman Rusya'nın en güzel şehirlerinden biri olan Petersburg'da yaşamış ve buradaki iş ilanından haberdar olmuş. Ruslar Pyramiden'i terketmemeyi bir onur meselesi haline getirdikleri için zorlu koşullarda kalmak isteyen çalışanlarına ciddi iyi ödemeler yapıyor. Alex Pyramiden'e varan gemiyi bu şekilde karşıladıktan sonra bize bütün "şehri" gezdirmişti. Evet, buraya bir zamanlar şehir derlermiş. Nüfus 5000'e kadar çıkmış ve okul, hastane, oyun salonları gibi birçok kamu ve sosyalleşme ortamları sağlanmış. Şimdi onları terkedilmiş görmek gerçekten çok ilginç bir tecrübeydi.
Pyramiden'de durum böyle iken Barentsburg'da helikopter pisti, spor ve kültür binası, ahır, sera, araştırma istasyonu, müze, hediyelik eşya dükkanı, tıp merkezi ve anaokulu bulunuyor. Yaz sezonu boyunca araştırma istasyonunda arkeologlar, meteorologlar, jeofizikçiler çalışıyor ve maden üretimi hala devam ediyor.
Longyearbyen'de işler genel olarak Rus kasabalarından çok daha iyi gitmiş. Nüfus gitgide artmış ve buna paralel olarak işçilerin koşulları da iyileşmiş. Soğuk savaş zamanları da Ruslara resmen ezilmemek için Norveç hükümetleri Longyearbyen'e ciddi yatırımlarda bulunmuşlar. 1976 yılına kadar bir şirket kasabası olan Longyearbyen o sene Norveç hükümeti tarafından satın alınmış ve yerleşim yeri Norveç'in tam kontrolüne geçmiş. Artık resmen Norveç şehri haline gelen yerleşimde de böylece birçok kamu hizmetinin götürülmesi gerekmiş. O zamana kadar maden şirketinin yönettiği okul devralınmış ve altıncı sınıf eğitimi de içerecek şekilde genişletilmiş. 1981'de ilk tam teşekküllü hastane açılmış. Postane, telekomünikasyon ve valilik gibi kurumlar büyük ölçüde genişletilmiş ve 1981'de Longyearbyen uydu aracılığıyla Norveç telekomünikasyon ağına bağlanmış.
Ama bütün bu hizmetlerin yanında biri var ki Longyearbyen'e resmen çağ atlatmış. O zamana kadar kışın buz tutmuş denizlerde ilerleyemeyen gemiler nedeniyle kış aylarını tamamen tecrit altında geçiren Longyearbyen'e 1974 yılında havalimanı inşa edilmiş. Uçaklarla günlük taze yiyecekler, gazeteler, video kasetlerde televizyon programları ulaştırırken, Longyearbyen'de yaşayan akrabalarını ve arkadaşlarını görmek üzere ziyaretçiler de gelmeye başlamış. Böylece hızlı bir modernizasyon süreci başlamış olmuş.
1980'lerin sonunda kömür endüstrisi yeniden krizin içine girince Norveç hükümeti Longyearbyen'i ayakta tutabilmek için her yıl 100 milyon kronun üzerinde sübvansiyon kullanmaya başlamış. Özellikle turizm, ticaret ve hizmetle bağlantılı yeni ve karlı işler geliştirmek için kapsamlı bir arayış başlatılmış.
Kuzey kutbu araştırma istasyonları birbiri ardına Longyearbyen ve Ny-Ålesund'da merkezlerini kurmaya başlayınca bölgeyi ziyaret eden biliminsanı yoğunluğu da artmaya başlamış. 1993 yılında üniversitenin de (UNIS) kurulmasıyla Norveçli ve yabancı öğrencilerle yerel topluma değerli bir katkı sağlanmaya çalışılmış. Bu adımlarla beraber kömür sektörünün sürekli ettiği zarar fazlasıyla telafi edilmiş. Günümüzde artık Longyearbyen şehri kömür madenlerine bağımlı bir yerleşimden çok biliminsanı yetiştiren, hizmetler ve turizmde oldukça gelişmiş bir yere dönüşmüş durumda. Hatta yakında bütün kömür madenlerinin faaliyetlerine son verileceği de açıklandı.
Günümüzde turizm Svalbard'da hızla büyüyen sektör durumunda. Oslo ve Tromsö'den düzenli olarak yapılan uçuşlar sayesinde oldukça ulaşılabilir olan ada dünyanın her yerinden turistlere ev sahipliği yapıyor. Yaz-kış farklı aktiviteler yapılabiliyor. Kış aylarında özellikle kuzey ışıklarını görmek isteyenlerin uğrak noktası. Bunun dışında köpekli kızak turları, buzul yürüyüşleri, kar motoru ile uzun süreli turlar, yazın tekne ile fiyortların gezilmesi, kutup ayıları gözlem turları, maden gezileri ve hatta fosil avına kadar birbirinden keyifli birçok seçenek bulunuyor. Mountain and Roads Travel olarak biz yaz ve kış olmak üzere senede iki defa tur programı düzenliyoruz. İlgili turlara bu linkten ulaşabilirsiniz. Bunca yıldır binlerce maceraperestlerin uğrak noktası olmuş bu özel ada ziyaretiniz boyunca size hiçbir yerde hissedemeyeceğiniz hisler yaşatacak, insanoğlunun birbiriyle yarışında neleri göze alabildiğini çok canlı bir şekilde gösterecek.
Comments